Cumartesi, Aralık 13

*8 - Ayrılık

20 Şubat 1980 * Amsterdam

                Selim ve Casca yaklaşık altı aydır buradalardı. Ara ara sorgulamalar yapılıyordu, burada kalmak istediklerinde ciddi olup olmadıklarını anlamak için. Ayrıca eğitim de görüyorlardı. Yohan ise şimdilik bekletiliyordu. Selim ve Casca için altı aylık bir eğitim süresi belirlenmişti ve bunun sonuna doğru yaklaşıyorlardı. Belki bir hafta içinde artık sorgulama ve eğitim süreci bitmiş olacaktı. Tam manasıyla kabul edilip edilmemelerinin yanı sıra kendi aralarında da ne yapacakları hakkında kararsızlardı. Selim kitabı tamamen uzaklaştırmak istiyordu Yohan’dan fakat Casca da bunun yanlış olacağını kitabı kullanarak Irreligioso’yu yıkmaları gerektiğini söylüyordu.

                “Eğer kitabı yakacaksak tüm bu olayın anlamı nedir? İki kişi mi yıkacağız tüm bu düzeni? Kitap kesinlikle Yohan’a öğretilmeli!”

                “Yohan kontrolden çıkarsa ne olacak peki? Onun her zaman doğru kararlar vereceğini nasıl bileceksin? Veya onu durdurabilecek birinin her zaman yanında olacağının garantisi var mı?”

                “O zaman eğitiriz onu!”

                İkisi de bir-iki dakikalığına dalmıştı Casca’nın bu cümlesinden sonra. Selim bu fikre yanaşmaya başlamıştı. Casca bunu fark edince daha sakin bir şekilde yaklaşmaya başladı.

                “Bak bunun yanlış olduğunu düşünüyorsun biliyorum ama en doğrusu bu. Ayrıca kitabı okuma yetisi sende de var. Onu sen eğitirsin, sana güveniyorum Selim.”

                “Tamam.. mantıklı geliyor kulağa ama sen.. ne yapacaksın?”

                Casca için zor bir karardı ancak yapılması gerekiyordu.

                “Sana güveniyorum derken Selim, ciddiydim.”

                Casca bu süreç bittiğinde Irreligioso ile çalışacaktı ve hedefi onların başına geçmekti. Böylece eğer bir gün yaptıkları ortaya çıkarsa bunları örtebilecekti. Selim ile yolları artık ayrılıyordu ve tabi ki oğlu Yohan’la da. Böylece Kutsal Roma’dan kalan son birkaç kişi de Yohan’ın eğitimi için dağılmıştı. Ve her şey Selim’e bağlıydı, Yohan’ı ne kadar iyi eğitebileceğine.


***

                07 Haziran 1980 * İstanbul

                Selim ve Mentor özel bir görüşmedelerdi. Sadece ikisi vardı ve Mentor, Selim’den Yohan ile ilgili bilgiler alıyordu. Selim her ne kadar Yohan’ı eğitme sözü vermişse de ülkesindeki karışıklığı gördükten sonra burada iş yapmak istiyordu.

                “Lütfen Mentor izin verin ben de burada savaşayım! Eğer olacaklara engel olamazsak çok can yanacak bunu siz de biliyorsunuz!”

                “Açıkçası Selim bizim istediğimiz de bu. Değişiklikler hiçbir zaman kolay olmamıştır, insanlar yeni bir şehre bile alışmak için kaç ay uğraşıyorlar. Biz burada bir düzen değişikliğinden bahsediyoruz. Artık hiçbir ülke eskisi gibi olmayacak. Milliyetçilik kavramını silmeliyiz, Fransız İhtilali’nden bu yana tüm düzen mahvoldu ancak dünyayı tekrar sakinleştirmenin vakti geldi. Ve sen Selim! Ne olduğunu unutma! Bu yolda aldığın eğitimi, içtiğin andı unutma! Gerekirse eşin, gerekirse baban, gerekirse milletin, gerekirse devletin, gerekirse kendin! Hiçbir şey fikrimizin önüne geçmemeli!”

                “Fakat Mentor siz de biliyorsunuz burada ne kadar çok kişi olursa o kadar iyi olacak! Ve ben buna gönüllüyüm!”

                “Selim, Yohan Lorm bizim için de çok önemli bir konu sakın bunu hafife alma! Ayrıca onu senden iyi eğitebilecek biri olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden konu kapanmıştır. Çok gerekmedikçe seni çağırmayacağız, asıl görevin Yohan’ı eğitmek. Aileni de yanında götürebilirsin veya burada bizim gözetimimiz altında da kalabilirler. Karar senin.”

                Selim ülkesindeki karışıklıkları görse de Mentor haklıydı. Ailesini de yanında götürmeye karar vermişti ancak Mentor’a kesin kararını daha sonra bildireceğini söyledi. Ülkenin daha da karışacağını biliyordu. En azından Hollanda’da rahat olurlar diye düşündü. İstanbul’dan İzmir’e geçip Hüma ile bu konuyu konuşacaktı. Çünkü uzun süreli bir gidişti bu ve karar iyi düşünülmeliydi.

                10 Haziran 1980 * İzmir

                Selim uzun süre sonra evine dönmüş olmaktan mutluydu. Ailesinden özellikle de çocuklarından uzak kalmak zor gelse de Vicino hep önce gelmişti onun için. Hüma ise bunu bilerek Selim ile ömrünü paylaşmayı kabul etmişti. Selim bazı zamanlar yanlış yaptığını düşünse de eşi ve çocukları olduğu için mutluydu.

                Evine geldiğinde biraz dinlendikten sonra konuyu nasıl açacağını bilemedi. Ancak bir şekilde konuşulması gerekiyordu bu konunun ve en iyisi direk söylemek diye düşündü. Hüma başta ne diyeceğini bilemedi, Selim ise onu ikna etmeye çalışıyordu.

                “Biliyorum burası bizim evimiz oldu Hüma en azından sizin için. Ancak yakında ortalık karışacak.. hatta belki karışmaktan da öte.. Ve ben ne kadar burada kalmak istesem de gitmem gerekiyor..”

                “Yine o görevlerinden biri değil mi? Bilemiyorum.. yani hayatlarımız burada.. Tarık Bengü daha çok küçükler.. “

                “Biliyorum ben de esas onlar için istiyorum. Çünkü burada güvende olacaklarını sanmıyorum.. Bana güvenmelisin Hüma. Hem uzun bir süre aynı yerde olacak görevim. Yani daha çok vakit ayırabilirim hem çocuklara hem sana.”

                Biraz tartışmadan sonra Hüma da Selim’e katılmıştı ve birkaç gün içinde hazırlıkları tamamladılar. Artık yolculuk vakti gelmişti. Hüma tam olarak ne kadar süreliğine gideceklerini sordu, buraya veda etmek zor geliyordu ona.

                “Bir gün buraya döneceğiz Hüma merak etme..”

                Hüma çok uzun  süre kalmayacaklarını düşünerek yüzünde birkaç saniyeliğine de olsa bir gülümseme oluşturdu. Selim cümlesini bitirince bu ifade yüzünü düşünceli bakışlara bıraktı.

                “..ama açıkçası ne zaman olur ben de bilemiyorum..”

                ***
                8 Eylül 2011 * İzmir

                “Baba.. emin değilim.. yani kesin konuşmamak lazım ama Bilal’i buldum galiba.”

                Hüma öldüğünden beri Bilal’den iz yoktu. Ve Tarık’ın bir anda böyle bir haberle çıkması Selim’i heyecanlandırmıştı. Her ne kadar istemsiz de olsa bombayı yerleştiren Selim’di. Bu yüzden hem ailesine hem de Bilal’e karşı suçlu hissediyordu kendini. O’nu kendisi gibi görüyor ve yerine geçmesini istiyordu. Ama elindeki Vicino’ya rağmen her şeyi kontrol etmek mümkün olmuyordu. Ne Hüma’nın ölümü ne de Bilal’in gidişine engel olabilmişti.

                “Biliyorsun bir süredir Matyas ve arkadaşlarıyla takılıyorum. Ve gerçekten müthiş istihbarat kaynakları var. Sorduğum kimse Bilal diye birini tanımıyor ama düşmanları hakkında arşivledikleri dosyalar var. Onları araştırırken garip bir şeye rastladım. Yani emin değilim o olup olmadığına, hatta o olsa bile yaşayıp yaşamadığı bile şüpheli. Sen de gör istedim, biraz yaşlanmış haliyle tabi artık 45’ine dayandı.”

                Selim Tarık’ın gösterdiği dosyaya bakıyordu. Gerçekten Bilal’i çok andırıyordu ancak insan emin de olamıyordu. Çünkü Bilal’in dosyasında yazanlarla Bilal’in hayatının hiçbir ortak noktası yoktu. İtalya’da doğup büyüyen ve tüm hayatını orada geçirmiş olan biriydi. Yine de Selim bunun Bilal olduğuna inanmak istiyordu.


                “Demek bunca yıl.. Vay be Bilal.. Edoardo Nestore ha..”

Pazartesi, Ekim 6

*7 - Aşırı Güç

10 Temmuz 1979 * Paris

                “Sanırım gücümüzü bulduk baba. Zorlu bir yol olacak ama sonunda her şey düzelecek. Fakat biliyorsunuz O’nun eğitilmesi lazım.”

                Yohan’ın eğitilmesi gerektiğini söylüyordu Casca fakat Harm ve Hylar’ın sıkıntılı gözüktüklerini fark etti Selim.

                “Biz eğitebiliriz Harm yani.. sorun değil benim için.”

                “Biliyorum biliyorum fakat Casca’nın uzun zamandır düşündüğü bir plan vardı yani İmparatorluğu yeniden canlandırmak için. O Yohan’ı size veya bize emanet etmeyi düşünmüyor.”

                “O’nu irreligiosoya bırakmayı düşünmüyorsunuz herhalde? Hadi bıraktınız diyelim ona göz kulak olacak biri lazım bunu nasıl yapacaksınız?”

                O sırada gözler Harm’a döndü. Harm biraz da çekinerek konuşmaya başladı.

                “Aslında.. biz.. seni düşünmüştük Selim.  Yani sonuçta hayalet sayılırsın ama merak etme Casca da aralarına girecek. Böylece Vicino’yu bırakmak zorunda kalmayacaksın. Sadece biraz yoğunluğun artacak. Tabi ondan da önce ölmeniz gerekiyor.”

                Casca burada araya girdi.

                “Yani demek istediği sahte ölümler hazırlayacağız bir araba kazası olacak ayrıca bundan hoşlanmayabilirsiniz ama ceset bulmamız gerekiyor. Ve biraz da patlayıcı çünkü tanınmaz hale getirmemiz lazım. “

                “Peki bu bizi nasıl öldürmüş olacak?”

                “Kaza biraz ağır olacak ve arama yapacaklardır cüzdan kimlik gibi şeyler bırakacağız etrafa daha sonra uğraşmayacaklardır kimlik tespiti için. Zaten kimsemiz olmadığını da fark edeceklerdir. Ayrıca plakaya zarar getirmemeye çalışacağız oradan da ulaşabileceklerini umuyoruz. En kötü ihtimal haberi biz yayacağız. Sonuçta yeni kimliklerimizi hazırlamanın vakti geldi.”

***

                25 Ağustos 1979 * Amsterdam

                “Demek bu çocuk çok özel.. tamam onu kabul ettik diyelim fakat sizi alamayız.”

                Casca ve Selim’in düşündüğünden daha zor olmuştu ikna işi. Kimle konuştuklarını bile bilmiyorlardı sadece Amsterdam’daki eğitim merkezinin adresini bulabilmişlerdi.

                “Bakın efendim kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, sizin için savaşırız hatta ölüme kadar. Fakat ona zarar gelmeyeceğini bilmeliyim. İrreligioso’ya güveniyoruz ve size sığınmak istiyoruz, lütfen bizi kabul edin.”

                Casca ikna etmeye çalışıyordu ancak gergin bir bekleyiş vardı. Adamın kimle ne konuştuğunu duymaya çalışıyordu ancak çok uzaktaydı. Bir süre sonra geri geldi ve kanıt istedi.

                “Bu çocuğun özel olduğunu bize kanıtlamalısın. Madem geleceği okuyabiliyor göster bize bunu.”

                “Bu öyle bir şey değil.. kendisi daha çocuk ve kontrol edemiyor. Anlayacağı yaşa geldiği zaman buna hazır olmasını istiyorum. Bu yüzden size geldim onu eğitebilmek ve size hizmet edebilmek için.”

                Adam sinirlenmişti ve Casca’nın kafasına silah dayadı, odadaki diğer kişilerde silahlarını onlara doğru çevirdiler. Casca cebinden yavaşça kitaptan bir parça çıkardı ve Yohan’a uzattı.

                “Üzgünüm evlat, zorunda olmasam istemezdim..”

                Yohan yaprağı eline aldığı gibi yine kilitlenmişti fakat odadaki herkes kilitlenmişti. Casca’nın kafasına silah dayanan adamın boğazını birisi sıkıyordu sanki silahını yere düşürdü ve boğulmamaya çalışıyordu. Kalınca bir ses duyulmaya başladı odada;

                “Kanıt mı istiyorsunuz? Alın size kanıt!”

                Casca onların ölmeye doğru gittiğini anladı ve hemen Yohan’dan yaprağı aldı. Anında ses kesilmiş ve odadakiler yere düşmüştü. Herkes şaşkınlık içindeydi. Casca ve Selim de olaya anlam verememişti. Kabul edilmeyeceklerini düşünmeye başladılar fakat o sırada karşılarındaki büyük kapı açıldı ve bir ses “İrreligioso’ya hoşgeldiniz, lütfen devam edin!” diyordu.

                “Casca.. bu da neydi böyle.. kitap ve Yohan birleşmemeli. Bu bu çok aşırı bir güç. Hele bir de eğitildikten sonrasını düşün. Belki başkaları da var Yohan gibi ve bunun dünyaya neler getireceğini bilemeyiz.”

                Casca o sırada karşı çıkamadı ama Selim ile aynı görüşte değildi. O bu gücü İrreligioso’yu yıkmak için kullanmak istiyordu. Kapıdan geçtiklerinde her şey değişmişti daha iyi bir karşılama vardı burada. Artık İrreligioso’dalardı. Artık tek başınalardı fakat Yohan dışında.

***

                08 Eylül 2011 * İzmir

                “Yohan.. o gördüğüm en tuhaf çocuklardan biriydi. Benle aynı özellikleri taşıyordu ama çok daha güçlüydü. Sanki.. sanki O’nu koruyan birileri var gibi. O kapıdan geçtik ve tüm hayatımız değişmişti. Hem orada hem Vicino’da kalmak çok zordu. Yine de her şeyi atlattık diyebilirim.. en azından bazılarımız..”

                “Aga bazen seni takip etmek çok zor oluyor hakikaten..”

                Bu sefer çoğu kişi kopmuştu hikayenin bağlantılarından fakat yine de dinliyorlardı Selim’i, zaten yapacak çok da işleri olduğu söylenemezdi.

                Selim eve geldiğinde Tarık’ın heyecanla kendisini beklediğini fark etti.

                “Baba.. emin değilim.. yani kesin konuşmamak lazım ama Bilal’i buldum galiba.”

Perşembe, Eylül 4

*6 - Zorlu Bir Yol

11 Kasım 1996 * Washington DC

                “Bugün burada sizlerle olmaktan çok mutluyum. Bana bu özel günde sizinle birlikte olma ve konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi ben Napalm Ateşi'nden kaçan küçük kızım. Şimdi savaştan konuşacak değilim çünkü tarihi değiştiremem. Sizden sadece savaşın trajedisini hatırlamanızı ve bu sayede dünya üzerindeki kavgaları ve insanların birbirini öldürmelerini durdurmak için bir şeyler yapmanızı istiyorum. Maddi ve manevi olarak birçok acı yaşadım. Bazı zamanlar yaşayamayacağımı düşündüm fakat Tanrı beni kurtardı, bana inanma gücü ve umut verdi. Eğer bombaları atan pilotla yüz yüze konuşabilseydim, ona geçmişi değiştiremeyeceğimizi, fakat barışı yaymak için şimdi ve ileride iyi şeyler yapmamız gerektiğini söylerdim. Yanıklarım yüzünden ne evlenebileceğimi ne de çocuk sahibi olabileceğimi düşünüyordum ama şimdi harika bir eşim, çok tatlı bir oğlum ve mutlu bir ailem var. Sevgili arkadaşlar, inanıyorum ki birgün insanlar gerçek barış içinde yaşayacaklar, kavgalar ve düşmanlıklar olmayacak. Bütün milletlere barış ve mutluluk sağlamak için hep birlikte çalışmalıyız. Bu önemli günün bir parçası olmamı sağladığınız için sizlere çok teşekkürler.”

                Kim Phuc asıl adıyla Phan Thi, 11 Kasım Gaziler Günü’nde düzenlenen anma töreninde bunları söylemişti ve sessizce salondan ayrılmıştı. Selim de savaşa katılıp kurtulanlar arasında olduğu için her sene davet ediliyordu ancak ilk defa bu sene gitmek istemişti. Kadın sessizce ayrılmıştı ve hatta çoğu kez barış üzerinde durmuştu ama birçok kişi için bu daha acı vericiydi. Zarar verdiğiniz insanların size karşı “Haydi o günleri unutalım, beraber barış için uğraşalım” demeleri vicdan sahibi insanlar için daha acı vericiydi. Kimileri savaş sonrası intihar etmiş, kimilerinin psikolojisi yerine gelememişti. Vietnam Savaşı da tıpkı diğer savaşlar gibi insanlıktan birçok şey götürmüştü.

                Kim Phuc savaşta iki kardeşini kaybetmişti, Selim ise başka bir savaşta eşini kaybetmişti. Küçücük bir çocuktu bu olayları yaşadığında, şimdiyse herkese barışın temsilciliğini yapıyor diye düşündü Selim. Belki de çocukken alışmak daha kolaydır diye düşündü. Belki de herkes bu kadını konuşurken asıl acının annesi ve babasında olduğunu düşündü. Acıyı anlayamayacak ve unutacak veya alışacak kadar küçüktü olayı yaşadığında. Ama annesiyle babası öyle değildi. Acaba ben ne zaman alışırım diye düşündü. Belki de unutamadan ölürüm diye düşündü. Tüm bunları bir anda geçirdi aklından Selim. Tarık ile Bengü’yü Yusuf’a bırakmıştı, ama ara sıra keşke getirse miydim diyordu. Fakat hemen sonra vazgeçiyordu. Biraz uzaklaşması gerekiyordu, hem onların Selim’den hem de Selim’in onlardan. “Belki daha sonra..” dedi kendine Selim. Altmışına yaklaşmıştı ve Hüma’yı kaybettiği günden beri her geçen gün her şey daha da boş geliyordu. Bilal’i küstürmüştü kendine ve ondan hiç haber alamamışlardı. Tarık ile Bengü’den gittikçe uzaklaştığını hissediyordu. Yusuf ne kadar destek olmaya çalışsa da o yolunu çizmişti zaten. En azından Yusuf’a güveniyordu. O da olmasa Tarık ile Bengü’ye bakacak gücü kendinde hissetmiyordu.

                Her şeyden uzaklaştığını hissediyordu, ya bunu yıkacak ya da kendini bitirecekti. Tam bu sırada Harm’ın ona seslendiğini farketti. Kendine gelme ve toparlanma ile birlikte cevap verdi.

                “Efendim? Dalmışım.”

                “Ne zamandır yoksun ortalıkta. Biliyorum çok zor yaşadığın şey ama hayat devam ediyor Selim. “
                “Harm şu halime bak.. Benden artık fayda gelmez..”

                Harm iyice yaklaştı eski dostuna, manalı manalı bakıyordu Selim’e. Selim anlamıştı gelecek teklifi.

                “Zaten senin kabul etmeyeceğini biliyoruz Selim ama biliyorsun..”

                “Hayır hayır hayır.. Kesinlikle olmaz! Bir hayatın mahvolması yeterli, buna izin veremem.”

                Selim çok kesin bir şekilde reddetmişti ancak Harm da aynı kesinlikte ilerliyordu.

                “Hadi ama Selim artık vaktinin geldiğini biliyorsun. Eminim günlüklerini karıştırmaya başlamıştır. Onu eğitmelisin veya biz de eğitebiliriz.”

                Selim bunun başına geleceğini biliyordu.  Ne cevap vereceğini bilemedi ama sonunu görür gibiydi.

                “Bu arada benim buraya geleceğimi nereden bildin? Yani.. kimseye söylememiştim..”

                “Hadi ama Selim?! Seni buraya cidden Amerikalıların çağırdığını düşünüyor olamazsın?”

                “Yani.. onca yıldır siz hiç..”
               
                “Aynen öyle dostum, aynen öyle..”

                ***

                Birçok ülke birçok savaş ve birçok insan tanımıştı Selim. Harm ise aralarında en yakınlaştığı kişiydi. Ve aralarındaki yakınlık arttıkça birbirlerine daha çok güveniyorlardı. Tabi Selim elindeki kitabı ona gösterip göstermemekte kararsızdı. Yine de bir gün bu konuyu açmaya karar verdi, Harm’dan başka kimsenin anlayamacağını düşünüyordu.

                10 Temmuz 1979 * Paris

                “Sence bu işe yarayacak mı?” Selim, Harm’ın ne düşündüğünü merak ediyordu. O yüzden bu konuyu açmıştı.

                “Yani bu Klarsfeldleri bombalama olayı, sence ODESSA’yı ortaya çıkarır mı?”

                Klarsfeldler(Serge ve Beate Klarsfeld) Nazi avcılarıydı. Aynı zamanda evliydiler de. ODESSA’nın Nazi yanlısı olduğu biliniyordu ancak çok gizli çalıştıklarından ve Gehler Örgütü’nden de destek aldıklarından onları ortaya çıkarmak kolay değildi. Ayrıca savaşın üzerinden çok zaman geçmişti ve bu da bir sorundu. Selim ve Harm’a Klarsfeldleri bombalamaları ama onlara zarar vermemeleri söylenmişti. Açıkçası ikisi de bu olaya anlam veremediler ancak “görev görevdir” dediler.

                “Bilemiyorum Selim, açıkçası umrumda da değil. Bu savaş yıllar önce bitti. Ortaya çıkarlarsa şaşarım.”

                “Ahh.. Neyse yaptık bitti. Bu arada.. Buranın güvenli olduğuna emin misin?”

                “Hadi ama Selim!? Onlar benim çocuklarım..” Sonra etrafımızda koşturan torununu göstererek devam etti: “Ayrıca şu çocuğun şirinliğine bak.. bu şüpheli mi göründü sana?”
                Haklıydı, Selim biraz abartmıştı ama yine de garip hissediyordu kendini. Çünkü bunca yıldan sonra bir sırrını paylaşmak üzereydi.

                “Harm.. Biliyorsun uzun zamandır beraber çalışıyoruz hatta çalışmaktan da öte dostuz. Ve.. ve ben bir şey paylaşmak istiyorum. Aslında uzun süredir düşündüğüm bir şey. Bu işlere nasıl başladığımla ilgili..”

                Harm iyice dikkat kesilmişti. Bunca yıl saklandığına göre çok önemli bir şey olmalıydı. Ve öyleydi de hayatlarını tamamıyla değiştirecekti.

                “Benim.. bazı.. yeteneklerim var. Yani açıklayamadığım ama var olan yetenekler. Bir.. bir kitap var.. sana göstermek istiyorum. Yanımda da getirdim hatta. Bunu okumayı dener misin?”

                Selim dikkatlice çıkardı kitabı cebinden ve Harm’a verdi. Harm da kitabı okumaya çalışıyordu ancak hiçbir anlam veremedi. Çünkü hiçbir şey yazdığını sanmıyordu burada.

                “Ne düşündüğünü biliyorum.. Şimdi bana hiçbir şey yazmadığını söyleyeceksin. Fakat ben görebiliyorum neler olduğunu.  Çok değişken bir kitap.. Sabit durmuyor. Ve.. ve üstlerimizin de haberi var bu kitaptan. Sanırım benim dışımda başkaları da var. Bunu bunu sana açmak istedim sadece.”

                Harm ne diyeceğini bilemiyordu bunu oğluna ve oğlunun eşine açmak istedi.

                “Casca.. Hylar.. sanırım bu.. bu aradığımız şey. Siz okuyabiliyor musunuz?”

                Onlar da denediler okumayı ama ikisi de yapamamıştı. Harm hayal kırıklığına uğramıştı.

                “Aradığımız şey derken? Sizin de mi bu kitaba ihtiyacınız var?” Selim meraklı bir şekilde sormuştu. Casca Harm’a fırsat vermeden araya girdi.

                “Bak bilmiyorum Harm söyledi mi ama biz güç kaybediyoruz ve irreligioso her geçen gün daha da büyüyor. Kaç kişi kaldığımızı bile bilmiyorum ama bu kitabı duymuştum ve..  ve onu içimizden birinin okuyabileceğini de biliyorum. Fakat bu biz değilmişiz anlaşılan. Belki de Yohan’dır bilmiyorum.”

                O sırada hepsi o ufak ihtimali düşündüler ama teklifin saçma ve gülünç olacağını da düşündüler. Kitabı çocuğa okutmak istiyorlardı ama daha 4 yaşına bile girmemişti Yohan. Fakat Casca her şeyi denemeye niyetliydi.

                “Size saçma gelebilir ama ben deneyeceğim.”

                Casca kitabı aldı ve Yohan’a bakmasını söyledi. Yohan kitabı eline alır almaz tüm vücudu kilitlendi, sayfaları hızlı hızlı geçiyor ve birçok şey söylüyordu gelecekle ilgili.  Hylar korkmuştu ve anında kitabı Yohan’ın elinden alıp attı. Kitap gittiği gibi Yohan düzelmişti. Herkes şok içindeydi. Casca konuşmayı tekrar başlattı.

                “Sanırım gücümüzü bulduk baba. Zorlu bir yol olacak ama sonunda her şey düzelecek.”