Cuma, Nisan 3

*10 - Eğitim

20 Mayıs 2001 * İzmir

“Bence artık zamanı geldi. Ona kendinizi tanıtmanız gerekiyor. Tabi sen hariç Casca.”

Harm Yooln, Selim, Hylar, Harm ve Casca toplanmış Yohan hakkında ne yapacaklarını konuşuyorlardı. Harm Yooln artık vaktin geldiğini söylüyordu, aralarında en yaşlı oydu ve sonrasında da Selim geliyordu. Harm Yooln aklından geçen fikri diğerlerinin beğenmeyeceğini biliyordu ama ona göre doğrusu buydu.

“Biliyorum hepinize çok yanlış gelecek bu fikir ancak Yohan’ın diğer görevi ben olmalıyım. Artık burada işim kalmadı. Beni atlatırsa..”

Herkes tuhaf tuhaf Harm’a bakarken Casca araya girdi.

“Ki atlatacağından da eminiz. Baba saçmalıyorsun şu an bu resmen ölümü istemek.”

“Evet ama iyi korunduğumu da biliyorsunuz ayrıca beni öldürmek isteyen birçok kişi olduğunu da, bu dünyada fazla vaktim kalmadı evlat. En azından bir işe yaramış olurum.”

Onu kararından vazgeçirmenin imkansız olduğunu biliyorlardı. Selim dostunu vazgeçirme ümidiyle şansını denedi ama alacağı cevabı da biliyordu.

“Harm.. biliyorum kararından dönmeyeceksin ama bunun işe yarayacağına emin misin? Bu yolla ölmek istediğine?”

“Eminim Selim hem de yüzde yüz eminim. Bu sadece Yohan’ın yeteneğini görmekle kalmayacak ayrıca Yohan’a Irreligioso’da prestij kazandıracak. O’nu iyi eğittiğini biliyorum Selim, bence planımızı hayata geçirme vakti geldi.”

O gün çok sessiz ve sakin geçmişti ancak içten içe her şeyin çok daha iyi olacağını hissediyorlardı. Selim ve Casca bu iş için Lucas ile görüşeceklerdi Lucas da Yohan’a bildirecekti. Ardından da duruma göre İmparatorluğu canlandırma planı hayata geçecekti. Harm’a göre fedakarlık olmadan kazanç olmazdı. Ve fedakarlıklar büyük olmalıydı.

***

10 Mart 1981 * Amsterdam

“Tilki, Masa, İğne, Yüzük, Kavram, Patates, Kırlangıç..”

“Yanlış, baştan!”

“Tilki, Masa, İğne, Yüzük, Kavram, Patates, Duvar, Kırlangıç, Tören, Tahta, Uysal, Ahtapot, Şemsiye..”

“Yanlış, baştan!”

Boakye Yohan’ın bu kadar zorlanmasına anlam veremiyordu.

“Hadi ama Selim çocuk daha 5 yaşında. Bu kadar zorlaman şart mı?”

“O’nun sahip olduğu yeteneği bilmiyorsun Boakye, çok rahat bir şekilde yapabilir. Canı isterse! Dediğim gibi Muet, baştan!”

“Tilki, Masa, İğne, Yüzük, Kavram, Patates, Duvar, Kırlangıç, Tören, Tahta, Uysal, Ahtapot, İncelik, Prestij, Şemsiye”

“Evet.. gördün mü Boakye işte karşında Muet!”

Boakye Yohan’ın bu durumuna çok şaşırıyordu, bu çocukta bir tuhaflık var diyordu sürekli.

“Sadece 5 yaşında, bunu nasıl yapabilir? Ben bile yapamam bu kadar kısa sürede..”

“Yapabilirsin Boakye, kendini küçük görme. Öncelikle çok ama çok iyi bildiğin bir yeri ezberle ama görsel olarak. Her şeyin yerini kesin biliyor olmalısın. Ve ezberleyeceğin kelimeleri bu bildiğin yerle eşleştir. Tilki kanepede, masa ortada, iğne ve yüzük masanın üstünde.. ve bunun gibi..”

Selim Yohan’ı sıkı bir eğitimden geçiriyordu. Ayrıca kitap olmadan nasıl ayakta kalacağını ve kitabı kullanmayı da öğretiyordu. Ancak bunu diğerlerinin önünde yapmıyordu, kitabın çok yayılmasını istemiyordu.

03 Şubat 1985 * Amsterdam

“Söyle, adın ne!?”

“Muet, efendim!”

“İsmin Jose Adrian olmasın ya da Yohan Lorm! Annen veya baban var mı? Kim olduklarını biliyor musun?”

“Hayır efendim, annem veya babam yok. İsmim de Muet.”

Selim Yohan’ı sorguya almıştı ancak gerçek bir sorguya, Yohan kaçırıldığını ve gerçekten sorguya alındığını sanıyordu.

Uzunca bir süre ismini ve ailesini söyletmeye çalıştılarsa da Yohan hiçbir şey söylememişti. Ama durumu da gittikçe kötüleşiyordu. Selim sorguyu durdurdu ve Yohan’ı odasına kendi taşıdı.

“Aferin evlat, gittikçe çok daha iyi oluyorsun. Ve daha korkutucu..”

Yohan biraz dinlendikten sonra Selim tekrar yanına geldi.

“Kitabım olsaydı içeride çok daha rahat olurdum Üstat.”

“Biliyorum Muet ama kitap seni değil sen kitabı kontrol etmelisin. Gücünü sadece ona bağlama. Sen zaten yeterince özelsin. Unutma kitap senin gücünün altında olmalı, her zaman her daim. Yoksa yaptıklarını telafi edemeyecek duruma gelebilirsin.”

“Ben kitaptan daha güçlüyüm, ben kitaptan daha güçlüyüm, ben kitaptan daha güçlüyüm. Bir daha deneyebilir miyim Üstat?”

Selim kitabı Yohan’a verdi ve yine değişim başlamıştı. Yohan ne zaman kitabı eline alsa hareket edemiyor ama etrafı kontrol edebiliyordu. Yıllardır kitap elindeyken hareketi sağlamaya çalışıyorlardı Yohan ve Selim.

“Hadi Muet başarabilirsin, hadi bana doğru gel ve sorumu cevapla! Nerde olduğumuzu biliyor musun?”

Yohan’dan ses yoktu. Ama masanın üstündeki deftere “Evet” yazmıştı.

“Biliyorum Muet etrafı kontrol edebiliyorsun ama cevap vermeni istiyorum. Sesini duymak istiyorum, hadi başarabilirsin.”

Ve sonunda Yohan başarmıştı, nerede olduklarını söylüyordu Selim’e.

“Evet Muet mükemmel gidiyorsun, şimdi biraz daha karmaşık hale getirmek istiyorum. Bana adını söyle!”

“İsmim Muet, efendim!”

Kelimeler zor çıkıyordu ağzından ama söylüyordu artık ve yavaş yavaş Selim’e doğru yürüyordu.

“Adın ne ve neden buradasın!”

Yohan’dan hiç ses yoktu, Selim tekrar sordu.

“Adın ne ve neden buradasın!”

Yohan’dan yine ses yoktu ve terlemeye başlıyordu, hareketleri iyice yavaşlamıştı, iyice kasılıyordu.

“Kendini kasma sakın, rahat ol ve cevap ver. Adın ne ve neden buradasın!”

Yohan bir anda kendinden geçti, odadaki her şey hareket etmeye başladı. Yohan da yere yığılmıştı. Selim hemen kitabı elinden aldı ve Yohan’ı yatağına yatırdı.

“Yanlış cevap olacaktı Üstat, söylemek istemedim. Hatırladım çünkü.. özür dilerim Üstat.. hatırlamamam gerekiyordu.. İsmimi ve..”

“Şşşt.. sorun yok Muet. Bir şey söylemene gerek yok. Gayet iyi gidiyorsun, gayet iyi.”

Selim uzun süreli bir plan hazırlamıştı ve her şeyin yolunda gittiğini düşünüyordu. Yohan’ı dinlenmeye bıraktıktan sonra Casca ile görüşmeye gitti.

“Ne durumdayız Selim?”

“Her şey yolunda, bugün baya ilerleme kaydettik. Bugün kitap elinde olmasına rağmen konuşup hareket edebildi. Çok azdı ama olsun sonuçta bir ilerleme kaydettik. Senin durumun nasıl?”

“Aslında bilemiyorum, iyi bir çevre edindim gibi şu 6 senede, biliyorsun en üst kademeye kadar geldim.”

“Evet bunlar bildiğim şeyler zaten, diyeceğin şey nedir?”

Casca, konuşmakla konuşmamak arasında kararsızdı. Bir şey söyleyecek gibi oluyor sonra vazgeçiyordu. En sonunda Selim’e doğru eğildi ve sessizce konuşmaya başladı.

“Galiba Baş Üstat’ı.. Eli’ı öldürdüm.”

Perşembe, Mart 26

*9 - Kardeşlik

20 Ekim 2011 * Verona

                "Güzel bir yermiş. Olabildiğince sakin ve tüm bu yeşillik.. İnsanın içi huzur doluyor resmen."

                "Evet, şehirden uzak biraz ama sakinliği beni mutlu ediyor. Kalabalığa alışamadım hiçbir zaman."

                Tarık ses tonunu biraz daha ciddileştirerek cevap verdi. Artık sorması gereken sorular vardı.

                "Abi biliyorsun 20 yıldır senden haber alamıyoruz. Ve sonunda seni buldum, doğruyu söylemeni istiyorum bana. Neden yaptın bunu? Ve ayrıca.."

                Bilal de biraz sinirli karşılık verdi ama sakinliğini de korumaya çalışıyordu.

                "Ayrıca ne Tarık! Ayrıca ne!? Hepiniz delirmiş durumdaydınız. Saçma sapan bir kitabın peşinde harcıyorsunuz hayatınızı. Bunun yüzünden öldürdüğünüz insanları veya ölen insanları hatırlatmama gerek yok."

                Sonra derin bir nefes aldı Bilal, ve daha sessiz konuşmaya başladı.

                "Artık yeni bir hayatım var Tarık ve burada mutluyum tamam mı? Size de hiçbir kin gütmüyorum. Sadece benden uzak durun.. tek isteğim bu."

                Tarık Irreligioso konusunu açmak istiyordu ama abisinin hiç haberi yok gibiydi. O yüzden biraz daha dolaylı sormak istedi.

                "Abi doğru söylüyorsun değil mi? Çünkü.."

                "Çünkü ne? Arkanızdan plan mı çevirdim sizce? İntikam mı? Komik olma Tarık.. Sizinle işim yok."

                Tarık artık dayanamamıştı, "Peki girdiğin Irreligioso’ya ne demeli! Seni onların arşivi sayesinde buldum!"

                Bilal şaşırmıştı ve durumu da şimdi anlamıştı.

                "Demek bu yüzden geldin ha. Ben de sanıyorum ki gerçekten beni arıyorsunuz. Babam gelemedi bile değil mi korkusundan? Kim bilir hangi saçma görevin peşinde hala. Tehdit miyim diye kontrol için mi geldin? Şu halime bak 45 yaşındayım Tarık, yaşlanıyorum ve eskisi gibi fit de değilim. O işleri bırakalı çok oldu."

                "Abi saçmalıyorsun şu an, sinirden böyle söylüyorsun. Seni özledik ve merak ediyoruz hepsi bu. Babam artık çok yaşlı ve o olaydan sonra zaten bıraktı her şeyi. Şimdi tek yaptığı kahvede hikayeler anlatmak."

                "Aslına bakarsan Tarık, evet ilk başta çok sinirliydim. Gerçekten intikam istiyordum ve Vicino'ya bağlı her şeyi bitirmek. Ama sonra.. vazgeçtim. Tüm bu kavga saçma. Sadece hayatımı yaşamak istiyorum her şey için daha geç olmadan. Sonu gelmeyecek bir şey için kendimi yıpratmak istemedim. Ve sadece attım bir kenara. Hepsi bu. Sonrasında da burada yaşamaya başladım."

                "Demek o yüzden arşivlerindesin hala. Ama güncel resmin var, yani şu an ki halin."

                "Ne var bundan kolay, internette bulamayacağın şey mi var? Gizlendiğim yok kimseden. Sadece kendi hayatımı yaşamak istiyorum, artık bir eşim var ve çocuklarım. Onlarla mutluyum ve onlarla yaşamak istiyorum. Amaçlar peşinde koşmak istemiyorum. Yani.. sadece.. hepsi yorucu tamam mı?"

                "Anlıyorum abi. Dediğim gibi sadece seni merak ettik hepimiz."

                Bilal biraz daha sakinleşmişti.

                "Az önce babam hakkında söylediklerim için kusura bakma. Sadece.. bir türlü affedemiyorum ve anlayamıyorum. Neden yaptı bunu?"

                "Açık olmak gerekirse abi ben olsam ben de yapardım. Bunu anlayabilmen için kitabı okuyabilmen lazım. Sanki sana hükmediyor, gözün başka bir şey görmüyor, tüm duyuların ve hislerinle kitaba uymak istiyorsun."

                "Gerçekten anlamıyorum sizi.. Neyse umrumda değil tamam mı. Unut gitsin. Başka şeylerden konuşalım."

                Bilal'in bunu demesiyle uzun bir sessizlik oluştu. Sadece etrafı izlediler ve iki taraf da herhangi bir şey söyleyemedi. Arada sırada Bilal'i -Edoardo'yu- tanıyan birkaç kişi selam vermişti. Sonunda Tarık ayaklandı.

                "Kardeşini aç mı bırakacaksın? Buraya kadar gelmişim bir yemek ısmarlayıver artık?"

                Bilal Tarık'ın omzuna bir yumruk attı ve ikisi de gülmeye başladılar.

                "Anca aç olunca konuş zaten, işin gücün yemek.. Gel gel birkaç sokak ötede bildiğim güzel bir yer var. Benim çocuklar pizzalarını çok seviyor. Ben daha çok makarnaları tercih ediyorum, lazanyası da güzel tatmak istersen tabi.."

                Omuz omuza yürümeye başladılar restorana doğru iki kardeş, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi.

                "Bu arada yeğenlerimle ne zaman tanıştırıyorsun beni?"

                "Geçeriz yemekten sonra bizim eve, aslında sizleri çok merak ediyorlar biliyor musun? Çok bahsettim sizden onlara..