Cumartesi, Aralık 13

*8 - Ayrılık

20 Şubat 1980 * Amsterdam

                Selim ve Casca yaklaşık altı aydır buradalardı. Ara ara sorgulamalar yapılıyordu, burada kalmak istediklerinde ciddi olup olmadıklarını anlamak için. Ayrıca eğitim de görüyorlardı. Yohan ise şimdilik bekletiliyordu. Selim ve Casca için altı aylık bir eğitim süresi belirlenmişti ve bunun sonuna doğru yaklaşıyorlardı. Belki bir hafta içinde artık sorgulama ve eğitim süreci bitmiş olacaktı. Tam manasıyla kabul edilip edilmemelerinin yanı sıra kendi aralarında da ne yapacakları hakkında kararsızlardı. Selim kitabı tamamen uzaklaştırmak istiyordu Yohan’dan fakat Casca da bunun yanlış olacağını kitabı kullanarak Irreligioso’yu yıkmaları gerektiğini söylüyordu.

                “Eğer kitabı yakacaksak tüm bu olayın anlamı nedir? İki kişi mi yıkacağız tüm bu düzeni? Kitap kesinlikle Yohan’a öğretilmeli!”

                “Yohan kontrolden çıkarsa ne olacak peki? Onun her zaman doğru kararlar vereceğini nasıl bileceksin? Veya onu durdurabilecek birinin her zaman yanında olacağının garantisi var mı?”

                “O zaman eğitiriz onu!”

                İkisi de bir-iki dakikalığına dalmıştı Casca’nın bu cümlesinden sonra. Selim bu fikre yanaşmaya başlamıştı. Casca bunu fark edince daha sakin bir şekilde yaklaşmaya başladı.

                “Bak bunun yanlış olduğunu düşünüyorsun biliyorum ama en doğrusu bu. Ayrıca kitabı okuma yetisi sende de var. Onu sen eğitirsin, sana güveniyorum Selim.”

                “Tamam.. mantıklı geliyor kulağa ama sen.. ne yapacaksın?”

                Casca için zor bir karardı ancak yapılması gerekiyordu.

                “Sana güveniyorum derken Selim, ciddiydim.”

                Casca bu süreç bittiğinde Irreligioso ile çalışacaktı ve hedefi onların başına geçmekti. Böylece eğer bir gün yaptıkları ortaya çıkarsa bunları örtebilecekti. Selim ile yolları artık ayrılıyordu ve tabi ki oğlu Yohan’la da. Böylece Kutsal Roma’dan kalan son birkaç kişi de Yohan’ın eğitimi için dağılmıştı. Ve her şey Selim’e bağlıydı, Yohan’ı ne kadar iyi eğitebileceğine.


***

                07 Haziran 1980 * İstanbul

                Selim ve Mentor özel bir görüşmedelerdi. Sadece ikisi vardı ve Mentor, Selim’den Yohan ile ilgili bilgiler alıyordu. Selim her ne kadar Yohan’ı eğitme sözü vermişse de ülkesindeki karışıklığı gördükten sonra burada iş yapmak istiyordu.

                “Lütfen Mentor izin verin ben de burada savaşayım! Eğer olacaklara engel olamazsak çok can yanacak bunu siz de biliyorsunuz!”

                “Açıkçası Selim bizim istediğimiz de bu. Değişiklikler hiçbir zaman kolay olmamıştır, insanlar yeni bir şehre bile alışmak için kaç ay uğraşıyorlar. Biz burada bir düzen değişikliğinden bahsediyoruz. Artık hiçbir ülke eskisi gibi olmayacak. Milliyetçilik kavramını silmeliyiz, Fransız İhtilali’nden bu yana tüm düzen mahvoldu ancak dünyayı tekrar sakinleştirmenin vakti geldi. Ve sen Selim! Ne olduğunu unutma! Bu yolda aldığın eğitimi, içtiğin andı unutma! Gerekirse eşin, gerekirse baban, gerekirse milletin, gerekirse devletin, gerekirse kendin! Hiçbir şey fikrimizin önüne geçmemeli!”

                “Fakat Mentor siz de biliyorsunuz burada ne kadar çok kişi olursa o kadar iyi olacak! Ve ben buna gönüllüyüm!”

                “Selim, Yohan Lorm bizim için de çok önemli bir konu sakın bunu hafife alma! Ayrıca onu senden iyi eğitebilecek biri olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden konu kapanmıştır. Çok gerekmedikçe seni çağırmayacağız, asıl görevin Yohan’ı eğitmek. Aileni de yanında götürebilirsin veya burada bizim gözetimimiz altında da kalabilirler. Karar senin.”

                Selim ülkesindeki karışıklıkları görse de Mentor haklıydı. Ailesini de yanında götürmeye karar vermişti ancak Mentor’a kesin kararını daha sonra bildireceğini söyledi. Ülkenin daha da karışacağını biliyordu. En azından Hollanda’da rahat olurlar diye düşündü. İstanbul’dan İzmir’e geçip Hüma ile bu konuyu konuşacaktı. Çünkü uzun süreli bir gidişti bu ve karar iyi düşünülmeliydi.

                10 Haziran 1980 * İzmir

                Selim uzun süre sonra evine dönmüş olmaktan mutluydu. Ailesinden özellikle de çocuklarından uzak kalmak zor gelse de Vicino hep önce gelmişti onun için. Hüma ise bunu bilerek Selim ile ömrünü paylaşmayı kabul etmişti. Selim bazı zamanlar yanlış yaptığını düşünse de eşi ve çocukları olduğu için mutluydu.

                Evine geldiğinde biraz dinlendikten sonra konuyu nasıl açacağını bilemedi. Ancak bir şekilde konuşulması gerekiyordu bu konunun ve en iyisi direk söylemek diye düşündü. Hüma başta ne diyeceğini bilemedi, Selim ise onu ikna etmeye çalışıyordu.

                “Biliyorum burası bizim evimiz oldu Hüma en azından sizin için. Ancak yakında ortalık karışacak.. hatta belki karışmaktan da öte.. Ve ben ne kadar burada kalmak istesem de gitmem gerekiyor..”

                “Yine o görevlerinden biri değil mi? Bilemiyorum.. yani hayatlarımız burada.. Tarık Bengü daha çok küçükler.. “

                “Biliyorum ben de esas onlar için istiyorum. Çünkü burada güvende olacaklarını sanmıyorum.. Bana güvenmelisin Hüma. Hem uzun bir süre aynı yerde olacak görevim. Yani daha çok vakit ayırabilirim hem çocuklara hem sana.”

                Biraz tartışmadan sonra Hüma da Selim’e katılmıştı ve birkaç gün içinde hazırlıkları tamamladılar. Artık yolculuk vakti gelmişti. Hüma tam olarak ne kadar süreliğine gideceklerini sordu, buraya veda etmek zor geliyordu ona.

                “Bir gün buraya döneceğiz Hüma merak etme..”

                Hüma çok uzun  süre kalmayacaklarını düşünerek yüzünde birkaç saniyeliğine de olsa bir gülümseme oluşturdu. Selim cümlesini bitirince bu ifade yüzünü düşünceli bakışlara bıraktı.

                “..ama açıkçası ne zaman olur ben de bilemiyorum..”

                ***
                8 Eylül 2011 * İzmir

                “Baba.. emin değilim.. yani kesin konuşmamak lazım ama Bilal’i buldum galiba.”

                Hüma öldüğünden beri Bilal’den iz yoktu. Ve Tarık’ın bir anda böyle bir haberle çıkması Selim’i heyecanlandırmıştı. Her ne kadar istemsiz de olsa bombayı yerleştiren Selim’di. Bu yüzden hem ailesine hem de Bilal’e karşı suçlu hissediyordu kendini. O’nu kendisi gibi görüyor ve yerine geçmesini istiyordu. Ama elindeki Vicino’ya rağmen her şeyi kontrol etmek mümkün olmuyordu. Ne Hüma’nın ölümü ne de Bilal’in gidişine engel olabilmişti.

                “Biliyorsun bir süredir Matyas ve arkadaşlarıyla takılıyorum. Ve gerçekten müthiş istihbarat kaynakları var. Sorduğum kimse Bilal diye birini tanımıyor ama düşmanları hakkında arşivledikleri dosyalar var. Onları araştırırken garip bir şeye rastladım. Yani emin değilim o olup olmadığına, hatta o olsa bile yaşayıp yaşamadığı bile şüpheli. Sen de gör istedim, biraz yaşlanmış haliyle tabi artık 45’ine dayandı.”

                Selim Tarık’ın gösterdiği dosyaya bakıyordu. Gerçekten Bilal’i çok andırıyordu ancak insan emin de olamıyordu. Çünkü Bilal’in dosyasında yazanlarla Bilal’in hayatının hiçbir ortak noktası yoktu. İtalya’da doğup büyüyen ve tüm hayatını orada geçirmiş olan biriydi. Yine de Selim bunun Bilal olduğuna inanmak istiyordu.


                “Demek bunca yıl.. Vay be Bilal.. Edoardo Nestore ha..”