Perşembe, Aralık 28

*13 - Vaalbara

10.02.2012 * Otranto, İtalya

   “Güzel seçim, gerçekten güzel seçim. Gözlerden uzakta ama ulaşımı kolay, geniş bir kullanım alanı var. Eğitimler için de toplantılar için de güzel. Aferin Edoardo aferin.”

   Selim tavırlı bir şekilde söylüyordu bunları, sesindeki kızgınlık belli oluyordu. Ve ellerini de sürekli ovuşturuyor ya da masada bulduğu şeylerle oynuyordu. Otrantonun güney kıyısında Punta Palascia deniz fenerindelerdi. Selim'in gerçekten hoşuna gitmişti “daha önce biz niye hiç düşünemedik” diyerek geçirdi içinden ama Bilal'i gördüğünden beri ona sinirli tavır takınıyordu.

   “Hadi ama baba şöyle demeyi bırak artık, olan oldu tamam mı önümüze bakma vakti. Gerçekten ben geride bıraktım tüm olanları. Ve anladım baba, gerçekten anladım. Yıllarca İrreligioso içinde kaldım, öncesinde de işte bu Vicino zırvaları. Anladığım ne biliyor musun baba?”

   İyice yaklaşmıştı babasının yanına, Selim hala güvenmiyordu ve kendini geriye doğru çekti. Yaptığının boş bir şey olduğunu biliyordu ama içgüdü işte, böyle güvende olduğunu hissediyordu.

   “Neymiş anladığın?”

   “Hiçbirimizin bir önemi yok. Bu dünya, bu yaşam, bu savaş hiçbir değeri yok. Ne senin ne benim, ne de annemin ya da herhangi birinin.”

   “Yani tüm bu olaylardan bunu mu çıkardın? Peki neye varmaya çalışıyorsun bununla? Yani beni kaçırma amacın nedir, bunlarla uğraşmanın amacı nedir? Sonuçta her şey önemsiz.”

   “Hayır, hayır, hayır baba. Aslında tam da bu noktada her şeyi yapma özgürlüğünü kazanıyorsun. Artık korkmuyorum, bir şeyler kaybetmekten korkmuyorum. Bir şeyler kazanmayı önemsemiyorum. Sadece yapıyorum. Ve o kitabınızla ilgili şeyleri de bilmek istiyorum. E burada da sen devreye giriyorsun.”

   “Tarık seni bulacak biliyorsun değil mi? Eninde sonunda bulacak bunu yapanın se..”

   “Evet biliyorum bulacak. Tabi ki bulacak, hatta yakında aramızda olur. Tıpkı eski günlerdeki gibi bir arada ha. Merak etmeyin, çok güzel şeyler yapacağız. Siz de benim gördüğümü gördüğünüzde her şey çok daha kolay olacak.”

   Selim hala hem çok kızgın hem de çok şaşkındı. Oysa Tarık hiç öyle bahsetmemişti, her şey yolunda diyordu. Ya Tarık gizlemişti ya da Bilal Tarık'ı da kandırmıştı. Bir haftadır esaret altındaydı. Sonra bu nasıl esaret diye geçirdi içinden. Belki de “denetimli danışmanlık” daha uygun diye düşündü.

   Stone ile konuştuklarında bu ekibin çok farklı bir bakış açısı olduğunu düşündü Selim. Kendilerine irreligioso, vicino, suikastçılar, kutsal roma veya diğerleri gibi bir isim takmamışlardı. Çünkü bunun bir önemi yoktu. Belli bir hiyerarşi veya liderleri de yoktu. Sadece çabalamak istiyorlardı, sonucun ya da ne elde ettiklerinin bir önemi yoktu. Yani aslında diğerlerinin üstüne çıkmak istiyorlardı ama bu olmazsa da çok önemsemiyorlardı. Ya da öyle gözüküyorlardı. Her haliyle bir tuhaf hissediyordu Selim, sonu nereye gidecek merak ediyordu. Bilal'in de hala intikam peşinde olduğundan şüpheleniyordu. Keşke kitap yanımda olsaydı diye içinden geçirdi. Sonra bir anda fark etti.

   Elleri veya ayakları bağlı değildi, bir odaya kilitlenmemişti ve bir gözcü de yoktu yanında. Kaçabilirim aslında diye düşündü, yavaşça doğruldu ve odadan çıktı. Birkaç kat çıkması gerekti zemine ulaşmak için ama ulaştığında denizi ve müthiş manzarayı gördü. Hava fena değildi ama yine de yürümek için uygun değil diye düşündü. Fakat sonra başka bir şey daha düşündü, aniden aklına gelen ve onu rahatsız eden bir şey. “Acaba.. acaba haklı olabilir mi? Kaçıp gitmektense, kalıp olacakları görmek mi? Hem nereye kaçıyorum şu yaşta, anında fark edeceklerdir.. Tarık da gelir herhalde yakında. Umarım..”

   Bilal babasını izliyordu, Stone da yanındaydı. Stone daha tedirgin ve tezcanlıydı. Selim'in kaçacağını düşünüyordu.

   “Kaçmayı düşünüyor galiba, gönderelim mi birilerini?”

   “Hayır Stone hayır, hiçbir yere gitmeyecek. O da merak ediyor neler olacağını, yıllardır dönmek istiyor biliyorum. Sadece kendi kararı olmasını istemiyor. Annemden dolayı vizcdan azabı çekmemek için. Ama biliyor musun, annemin pek de umurunda olduğunu sanmıyorum.”

   Sonra babasına bağırdı uzaktan.

   “Nasıl buldun baba! Güzel değil mi mekan!”

20.05.1987 * Amsterdam

   “Muet.. Muet.. beni duyuyor musun? Koptun iyice yine, bana dönmen lazım hemen? Ne görüyorsun Muet?”

   Selim yine Yohan'ın kitap eğitimi ile ilgileniyordu. Yakında ayrılacaktı buradan ama son zamanlarda Yohan kitabı eline aldığında tuhaf davranıyordu. Kontrolsüz değildi ama sanki burada değil gibi davranıyordu.

   Yohan dünyaya dönmüştü ama kendinde değil gibiydi. Bu olumsuz bir kendinde olmamak durumu değildi aksine çok mutlu ve huzurlu gözüküyordu. Ve hatta aydınlanmış gibiydi.

   “Onlar.. onlar bana inanılmaz şeyler gösterdiler üstad. Hatta sadece göstermediler, beni götürdüler.”

   Bu ilk defa mı oluyordu yoksa Yohan mı ilk defa söylüyordu anlamamıştı bunu Selim. Fakat şaşkındı.

   “Neler oluyor Yohan? Kim nereye götürdü seni?”

   “Bilmiyorum kim olduklarını ama çoğu zaman yanımdalar. Bambaşka varlıklar, bizim gibiler ama çok farklı özellikleri var. Zamanın içinde gezebiliyorlar. Vaalbara'yı gördüm, Pangea'yı gördüm kıtaların nasıl ayrılıp birleştiğini gördüm. Büyük patlamayı gördüm, diğer insan türlerini gördüm, onların yok oluşunu gördüm, oo.. üstad.. çok fazla şey gördüm. Sanırım.. sanırım hiçbir değerimiz yok bu dünyada. O kadar çok şey yaşanmış ki, yaptıklarımızla ne elde edebileceğiz emin değilim.”

   Selim duyduklarına inanamıyordu Yohan değil de başka biri konuşuyordu sanki.

   “Ve üstad.. geleceği görüyorum üstad.. geleceği gördüm.. tüm bu olanlar, yani olacaklar ve olmuş olanlar.. sadece kısır döngü. Bizim yaptığımız şeylerse nasıl desem okyanustan bir kaşık su alarak onu değiştirdiğimizi düşünmek gibi..”

Salı, Temmuz 25

*12 - İyiler ve Kötüler

02.02.2012 * Çocuk odası

   “Biraz daha kalamaz mısın bizimle?” dedi çocuk üzgün bir şekilde.

   “Artık gitmem lazım, biliyorsun başka işlerim var beni bekleyenler var. Ama bundan sonra daha sık görüşürüz. Üzme kendini.”

   “Gerçekten babamın anlattığı gibi biri misin?”

   “Nasıl anlatıyor ki beni?”

   “Birkaç kez duydum onu başkalarıyla konuşurken, sizi hiç sevmiyor sanıyordum.”

   “Ne zaman duydun bunları?”

   “Daha birkaç gün önce, sen dışarıdayken o adamlar yine geldi. Babamla bir sürü şey konuştular.”

   Bunun üzerine ne diyeceğini bilememişti. “Sağol evlat, ben de öyle sanıyordum ama değilmiş.”

03.02.2012 * İzmir

   Tarık telaşlı bir şekilde kahvedekilere babasını soruyordu. Fakat kimseden net bir cevap alamıyordu. Babasının en yakın arkadaşına döndü.

   “Hüseyin abi sen de mi bilmiyorsun ne olduğunu? Allah aşkına bir şey söyleyin biriniz.”

   “Oğlum yok işte baban, biz de anlamadık. Birkaç gündür gelmedi kahveye, merak edip eve baktık ancak evde de yok. Polise haber verdik kayıp diye. Civarı dolanıyoruz birkaç gündür ama henüz bir şey çıkmadı.”

   Tarık anlam veremiyordu olanlara. Yoksa abim mi yaptı diye geçirdi aklından. Sonra da orada bulunduğu süre boyunca abisini çok iyi gördüğünü düşündü. Tekrar eve döndü, ne olmuş olabileceğini düşünmeye başladı. “Kitabın her şeyi göstermemesi ne kötü” dedi içinden. “Annem de böyle ölmüştü zaten, lanet olsun. Şimdi de sıra babamda.” Kitabı suçlaması için yeterli neden vardı. Ama şimdi sırası değildi ve babasını bulması gerekiyordu.

   “Alo, hey, Osman benim Tarık. Nasılsın nasıl gidiyor?” en samimi arkadaşı Osman'ı aramıştı yardım için. Osman da uzun yıllardır Vicino içindeydi ama kitabı okuyabilenlerden değildi. İyi bir savaşçı olmasının yanısıra aynı zamanda yazılımcıydı. Tarık ile çok iyi anlaşıyorlardı birçok göreve katılmışlardı.

   Osman eve geldiğinde Tarık'ı umduğundan sakin gördü. Osman direk konuya atlamıştı.

   “Şu bahsettiğin kitap, hala evde mi? Belki bir işe yarar ne dersin?”

   “Evet baktım ama evde değil. Babamın tekrar onu kullanmaya cesaret edebileceğini sanmıyorum. Onun yüzünden biliyorsun işte..”

   Bu arada bir yandan da bilgisayardan kameraları kontrol ediyordu. Evin etrafında kamera olmaması kötü olmuştu ama civar kameraları kontrol etmeye başladılar. Tek şansımız bu diye düşünüyordu Tarık.

   “Abine de sorsan acaba, belki bir şeyler biliyordur.”

   “Aslında geldi aklıma ama nasıl soracağımı bilemiyorum. Onu suçluyormuşum gibi hissedecek.”

   Bu sırada telefonu çaldı Tarık'ın, abisi Yusuf arıyordu.

   “Tarık naptınız, bulabildiniz mi bir şey?”

   Hala bir sonuç yoktu. Osman Tarık'ı motive etmeye çalışıyordu bir yandan da kameralara bakmaya devam ediyorlardı.

   “Merak etme bulacağız Selim Ağa'yı, bir şey olmaz ona yaşlı kurt o yaşlı kurt.”

03.02.2012 * Ege Denizi

   Selim elleri bağlanmış ve gözleri kapatılmış şekilde oturuyordu. Etrafındaki seslerden ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Ellerini bağlamaları ve gözlerini kapatmaları dışında kötü davranmamışlardı. Kendisi de karşı koymamıştı zaten, manasız gelmişti çabalamak. Kabullenmişti olacakları ve bekliyordu sadece. Sonunda biri gelmişti.

   “Hey, yaşlı kurt, gözleri açma zamanı.”

   Gözlerini açtığında karşısında iri yarı birini gördü. Kim olduğunu çıkaramamıştı, daha doğrusu hiçbir fikri bile yoktu. Sadece “Tüm bunlar ne için?” diye sordu.

   “Demek beni hatırlayamadın ha, o kadar değiştim galiba. O kitap işe yaramıyor mu artık yoksa? Geleceğimizi bilmiyor muydun?”

   Böyle deyince biraz daha zorladı hafızasını ama hiçbir şey çıkmıyordu.

   “Sen bir efsanesin Selim, sen Yohan'ı eğiten kişisin. Bizi de eğittin ama Yohan'ı bambaşka yaptın. Ve o kitapla ilgili şeyleri de biliyorum. Yohan'ı hepimizin başına musallat eden sensin. Her şeyi mahvettikten sonra da ortadan kayboldu. Tıpkı senin ortadan kaybolman gibi. Ama sağolsun Tarık abisini bulmaya koyulunca biz de seni bulmuş olduk.”

   Selim çok sinirlenmişti “Hala kin mi tutuyor bu çocuk 20 sene oldu be!” dedi içinden. Fakat yüzünden okunuyordu siniri. Ve hala çıkaramamıştı karşısındakinin kim olduğunu ama eğittikleri arasında olduğuna göre irreligiosodan biri olmalıydı.

   “Ne istiyor irreligioso hala benden? Hem sizi bitirdiğini söylemişti Yohan.”

   “O'nun bitirdiği şey sadece bir saçmalık, yıkılsın daha iyi zaten. Şu an yeniden düzen kuruluyor. Hem de çok daha güçlü bir şekilde. O yüzden sana ihtiyacımız var.”

   İşler burada ilginçleşmişti Selim için. Ona bir şey yapmak için değil ondan faydalanmak için kaçırmışlardı.

   “Ve bir şey söyleyeyim mi Selim. Yüzyıllardır belki de daha fazla.. İki taraf da birbiriyle savaşıyor diğerini kötü gördüğü ve onu bitirmek için. Fakat yaşadıklarım bana ne öğretti biliyor musun? İyiler ve kötüler yok. Kötüler ve onları öldürmek için kötü olanlar var. Bu dünyada iyilere yer yok yaşlı dostum..”

Perşembe, Temmuz 20

*11 - Korku

30.12.2011 * İzmir

“Her şeyin bir sonu olduğu gibi, bu eğitimin de sonu gelmişti. Artık Yohan'ın yanından ayrılma vaktim gelmişti. Hiç kolay olmamıştı tabi ki.. Neredeyse 10 senedir oradaydım. Yohan'ın eğitmenlerinden biri olarak irreligiosodaydım.”

Selim yine kahvede herkesi başına toplamış anlattıkça anlatıyordu. Derin bir iç çekti, hayat insanı nelerle karşılaştırıyor diye düşündü. O kadar çok yaşadığı şey vardı ki. Çocukken hayal ettiği şeyleri ve yaşadığı şeyleri düşündü. “Ne kadar da farklı” dedi sessizce. Ve devam etti anlatmaya. Gözleri de hafif dolmuştu.

“Artık kitap olmadan da gayet başarılıydı Yohan, kitabı da rahatça okuyabiliyor hatta yazabiliyordu. Bu çocuk başından beri tuhaftı ve yaptığı şeyleri bilseniz inanır mıydınız bilemiyorum..”

11.06.1987 * Amsterdam

“Artık benim görevim bitti Yohan. Unutma sen farklısın, içindeki gücü kötüye kullanma. Günü geldiğinde ne demek istediğimi anlayacaksın.”

Sessiz bir çocuk olan Yohan ilk defa birinden ayrılıyordu, daha doğrusu ayrıldığını bilecek yaştaydı. Sevdiği başka eğitmenler de vardı fakat Selim ayrıydı ve işte gidiyordu. Yohan hiçbir şey söylememişti sadece ağlamamak için kendini tutuyor ve öylece duruyordu ayakta.

“Sana söylediğim şeyi hatırlıyorsun değil mi Yohan? Bana güveniyor musun?”

Yohan başını evet manasında salladı. Selim Yohan'a başının arkasından bir iğne vurdu. Yohan'ı hipnoz ederken daha kolay olması içindi bu. Yohan'a kitabı unutturmak istiyordu ve kitabı da Harm'a verecekti. Harm da zamanı geldiğinde bir şekilde Yohan'a ulaştıracaktı. Casca'nın bu durumdan hoşlanmayacağını biliyordu ancak Harm ve Hylar ile konuşup böyle anlaşmıştı. Casca'nın her geçen gün kendini elde ettiği güce kaptırdığına inanıyorlardı.

“Sana inancım tam Yohan, belki bir daha hiç görüşemeyebiliriz ama ben senin neler yapabilecğeini biliyorum.”

Son kez sarıldı Selim Yohan'a ve oradan ayrılmak için yola koyuldu. Sessiz sessiz ağladığını fark ediyordu Yohan'ın. Ama güçlü kalacağını da biliyordu.

Yohan da Selim gittikten sonra daha da sessizleşmişti. Kendini sürekli kitap okumaya ve geliştirmeye vermişti. Eğitimdeki herkes onun bugüne kadar ki en iyisi olduğunu düşünüyordu.

20.01.1988 * İstanbul

Harm, Hylar ve Selim Casca'dan habersizce buluşmuşlardı. Artık ona çok güvenmiyorlardı. Her ne kadar Casca bunu Kutsal Roma İmparatorluğu için yaptığını söylese de yine de güvenemiyorlardı. Selim söze girmişti direk.

“Ee.. şimdi napacağız? Eğitim tamamlandı, Casca'da başa geçti.”

Harm artık beklemeleri gerektiğini söyledi, Yohan oradan çıkana kadar bekleyeceklerdi ve sonra bir şekilde iletişim kuracaklardı.

“Yaşlı Harm'ın da haberi var mı? O da gelseydi.”

“Ah hayır o gelmek istedi, işlerinin olduğunu söyledi. Papa ile görüşecekmiş, arayı sıkı tutma işleri.”

Biraz konuştuktan sonra beklemekte karar kıldılar, Yohan'ın oradaki eğitimi tamamlamasına daha yedi sene vardı. Selim bir şekilde irreligiosodan kurtulmaya çalışacaktı. Harm ve Hylar ise sadece gözlemleyeceklerini söylediler.

30.12.2011 * İzmir

Çayından bir yudum daha aldı Selim. Herhalde aklına birçok şey gelmiş olmalı ki bugün üstünde ayrı bir hüzün vardı. Kahvedeki herkese de sirayet etmişti. Bir dakika kadar sessizlik olmuştu. Ama bu bir dakikaya seneler sığmıştı.

“Zaman ne kadar da ilginç bir kavram değil mi?” dedi yanındakilere. Uzak masalardan duyulmamıştı.

“İşte böyle ahali, böylece o genç çocuğu kaderine terk ettik ve Allah'a güvendik. Yaratıcı'ya güvendik. İnsan kaç defa yaşarsa yaşasın, birinden ayrılmak her seferinde zor gelir. Ve ben defalarca ayrıldım, bir gün sizlerden de ayrılacağım. Ama o zaman size zor gelir mi bilmem..”

Tabi birçok kişi hemen “ne diyorsun aga, ağzından yel alsın, Allah gecinden versin” gibi tepkiler verdi. Seviyorlardı gerçekten Selim'i, anlattığı birçok şeye inanmak zor olsa bile.

“Bir keresinde Eli ile konuşma fırsatım olmuştu. Irreligiosonun başındaki kişiydi, Casca geçmeden önce. Gerçekten çok ilginçti. Başka bir zaman da onu anlatırım size.”

Çayını bitirdikten sonra yavaş yavaş eve doğru yol almaya başladı Selim. Tarık da uzun süredir İtalya'daydı abisini bulmaya gitmişti. En azından Selim öyle biliyordu. Ara ara görüşüyorlardı telefonla ama Tarık çok da bir şey söylemiyordu. Kitabı kullanmak geçti aklından ama çok uzun bir süredir eline almamıştı. Yapabileceğinden hatta dayanabileceğinden bile emin değildi.

Eve geldiğinde bir süre televizyona baktı. Sonra bir şeyler atıştırdı. Evde gezinirken kitapla göz göze geldi, eşi Hüma da yanındaydı. “Yapabilirsin Selim” sesini duydu. Kitabın içindeki hareketlenmeleri görebiliyordu fakat korkuyordu, her şeyin kötüye gitmesinden.