20 Şubat 1980 *
Amsterdam
Selim ve Casca yaklaşık altı
aydır buradalardı. Ara ara sorgulamalar yapılıyordu, burada kalmak istediklerinde
ciddi olup olmadıklarını anlamak için. Ayrıca eğitim de görüyorlardı. Yohan ise
şimdilik bekletiliyordu. Selim ve Casca için altı aylık bir eğitim süresi
belirlenmişti ve bunun sonuna doğru yaklaşıyorlardı. Belki bir hafta içinde
artık sorgulama ve eğitim süreci bitmiş olacaktı. Tam manasıyla kabul edilip
edilmemelerinin yanı sıra kendi aralarında da ne yapacakları hakkında
kararsızlardı. Selim kitabı tamamen uzaklaştırmak istiyordu Yohan’dan fakat
Casca da bunun yanlış olacağını kitabı kullanarak Irreligioso’yu yıkmaları
gerektiğini söylüyordu.
“Eğer kitabı yakacaksak tüm bu
olayın anlamı nedir? İki kişi mi yıkacağız tüm bu düzeni? Kitap kesinlikle
Yohan’a öğretilmeli!”
“Yohan kontrolden çıkarsa ne
olacak peki? Onun her zaman doğru kararlar vereceğini nasıl bileceksin? Veya
onu durdurabilecek birinin her zaman yanında olacağının garantisi var mı?”
“O zaman eğitiriz onu!”
İkisi de bir-iki dakikalığına
dalmıştı Casca’nın bu cümlesinden sonra. Selim bu fikre yanaşmaya başlamıştı.
Casca bunu fark edince daha sakin bir şekilde yaklaşmaya başladı.
“Bak bunun yanlış olduğunu
düşünüyorsun biliyorum ama en doğrusu bu. Ayrıca kitabı okuma yetisi sende de
var. Onu sen eğitirsin, sana güveniyorum Selim.”
“Tamam.. mantıklı geliyor kulağa
ama sen.. ne yapacaksın?”
Casca için zor bir karardı ancak
yapılması gerekiyordu.
“Sana güveniyorum derken Selim,
ciddiydim.”
Casca bu süreç bittiğinde
Irreligioso ile çalışacaktı ve hedefi onların başına geçmekti. Böylece eğer bir
gün yaptıkları ortaya çıkarsa bunları örtebilecekti. Selim ile yolları artık
ayrılıyordu ve tabi ki oğlu Yohan’la da. Böylece Kutsal Roma’dan kalan son
birkaç kişi de Yohan’ın eğitimi için dağılmıştı. Ve her şey Selim’e bağlıydı,
Yohan’ı ne kadar iyi eğitebileceğine.
***
07 Haziran 1980 * İstanbul
Selim ve Mentor özel bir
görüşmedelerdi. Sadece ikisi vardı ve Mentor, Selim’den Yohan ile ilgili
bilgiler alıyordu. Selim her ne kadar Yohan’ı eğitme sözü vermişse de
ülkesindeki karışıklığı gördükten sonra burada iş yapmak istiyordu.
“Lütfen Mentor izin verin ben de
burada savaşayım! Eğer olacaklara engel olamazsak çok can yanacak bunu siz de
biliyorsunuz!”
“Açıkçası Selim bizim
istediğimiz de bu. Değişiklikler hiçbir zaman kolay olmamıştır, insanlar yeni
bir şehre bile alışmak için kaç ay uğraşıyorlar. Biz burada bir düzen
değişikliğinden bahsediyoruz. Artık hiçbir ülke eskisi gibi olmayacak.
Milliyetçilik kavramını silmeliyiz, Fransız İhtilali’nden bu yana tüm düzen
mahvoldu ancak dünyayı tekrar sakinleştirmenin vakti geldi. Ve sen Selim! Ne
olduğunu unutma! Bu yolda aldığın eğitimi, içtiğin andı unutma! Gerekirse eşin,
gerekirse baban, gerekirse milletin, gerekirse devletin, gerekirse kendin!
Hiçbir şey fikrimizin önüne geçmemeli!”
“Fakat Mentor siz de
biliyorsunuz burada ne kadar çok kişi olursa o kadar iyi olacak! Ve ben buna
gönüllüyüm!”
“Selim, Yohan Lorm bizim için de
çok önemli bir konu sakın bunu hafife alma! Ayrıca onu senden iyi eğitebilecek
biri olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden konu kapanmıştır. Çok gerekmedikçe seni
çağırmayacağız, asıl görevin Yohan’ı eğitmek. Aileni de yanında götürebilirsin
veya burada bizim gözetimimiz altında da kalabilirler. Karar senin.”
Selim ülkesindeki karışıklıkları
görse de Mentor haklıydı. Ailesini de yanında götürmeye karar vermişti ancak
Mentor’a kesin kararını daha sonra bildireceğini söyledi. Ülkenin daha da
karışacağını biliyordu. En azından Hollanda’da rahat olurlar diye düşündü.
İstanbul’dan İzmir’e geçip Hüma ile bu konuyu konuşacaktı. Çünkü uzun süreli
bir gidişti bu ve karar iyi düşünülmeliydi.
10 Haziran 1980 * İzmir
Selim uzun süre sonra evine
dönmüş olmaktan mutluydu. Ailesinden özellikle de çocuklarından uzak kalmak zor
gelse de Vicino hep önce gelmişti onun için. Hüma ise bunu bilerek Selim ile
ömrünü paylaşmayı kabul etmişti. Selim bazı zamanlar yanlış yaptığını düşünse
de eşi ve çocukları olduğu için mutluydu.
Evine geldiğinde biraz
dinlendikten sonra konuyu nasıl açacağını bilemedi. Ancak bir şekilde
konuşulması gerekiyordu bu konunun ve en iyisi direk söylemek diye düşündü.
Hüma başta ne diyeceğini bilemedi, Selim ise onu ikna etmeye çalışıyordu.
“Biliyorum burası bizim evimiz
oldu Hüma en azından sizin için. Ancak yakında ortalık karışacak.. hatta belki
karışmaktan da öte.. Ve ben ne kadar burada kalmak istesem de gitmem
gerekiyor..”
“Yine o görevlerinden biri değil
mi? Bilemiyorum.. yani hayatlarımız burada.. Tarık Bengü daha çok küçükler.. “
“Biliyorum ben de esas onlar
için istiyorum. Çünkü burada güvende olacaklarını sanmıyorum.. Bana
güvenmelisin Hüma. Hem uzun bir süre aynı yerde olacak görevim. Yani daha çok
vakit ayırabilirim hem çocuklara hem sana.”
Biraz tartışmadan sonra Hüma da
Selim’e katılmıştı ve birkaç gün içinde hazırlıkları tamamladılar. Artık
yolculuk vakti gelmişti. Hüma tam olarak ne kadar süreliğine gideceklerini
sordu, buraya veda etmek zor geliyordu ona.
“Bir gün buraya döneceğiz Hüma
merak etme..”
Hüma çok uzun süre kalmayacaklarını düşünerek yüzünde
birkaç saniyeliğine de olsa bir gülümseme oluşturdu. Selim cümlesini bitirince
bu ifade yüzünü düşünceli bakışlara bıraktı.
“..ama açıkçası ne zaman olur
ben de bilemiyorum..”
***
8 Eylül 2011 * İzmir
“Baba.. emin değilim.. yani
kesin konuşmamak lazım ama Bilal’i buldum galiba.”
Hüma öldüğünden beri Bilal’den
iz yoktu. Ve Tarık’ın bir anda böyle bir haberle çıkması Selim’i
heyecanlandırmıştı. Her ne kadar istemsiz de olsa bombayı yerleştiren Selim’di.
Bu yüzden hem ailesine hem de Bilal’e karşı suçlu hissediyordu kendini. O’nu
kendisi gibi görüyor ve yerine geçmesini istiyordu. Ama elindeki Vicino’ya
rağmen her şeyi kontrol etmek mümkün olmuyordu. Ne Hüma’nın ölümü ne de
Bilal’in gidişine engel olabilmişti.
“Biliyorsun bir süredir Matyas
ve arkadaşlarıyla takılıyorum. Ve gerçekten müthiş istihbarat kaynakları var. Sorduğum
kimse Bilal diye birini tanımıyor ama düşmanları hakkında arşivledikleri
dosyalar var. Onları araştırırken garip bir şeye rastladım. Yani emin değilim o
olup olmadığına, hatta o olsa bile yaşayıp yaşamadığı bile şüpheli. Sen de gör
istedim, biraz yaşlanmış haliyle tabi artık 45’ine dayandı.”
Selim Tarık’ın gösterdiği
dosyaya bakıyordu. Gerçekten Bilal’i çok andırıyordu ancak insan emin de
olamıyordu. Çünkü Bilal’in dosyasında yazanlarla Bilal’in hayatının hiçbir
ortak noktası yoktu. İtalya’da doğup büyüyen ve tüm hayatını orada geçirmiş
olan biriydi. Yine de Selim bunun Bilal olduğuna inanmak istiyordu.
“Demek bunca yıl.. Vay be
Bilal.. Edoardo Nestore ha..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder