11 Kasım 1996 * Washington DC
“Bugün burada sizlerle olmaktan çok mutluyum.
Bana bu özel günde sizinle birlikte olma ve konuşma fırsatı verdiğiniz için
teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi ben Napalm Ateşi'nden kaçan küçük kızım. Şimdi
savaştan konuşacak değilim çünkü tarihi değiştiremem. Sizden sadece savaşın
trajedisini hatırlamanızı ve bu sayede dünya üzerindeki kavgaları ve insanların
birbirini öldürmelerini durdurmak için bir şeyler yapmanızı istiyorum. Maddi ve
manevi olarak birçok acı yaşadım. Bazı zamanlar yaşayamayacağımı düşündüm fakat
Tanrı beni kurtardı, bana inanma gücü ve umut verdi. Eğer bombaları atan
pilotla yüz yüze konuşabilseydim, ona geçmişi değiştiremeyeceğimizi, fakat
barışı yaymak için şimdi ve ileride iyi şeyler yapmamız gerektiğini söylerdim. Yanıklarım
yüzünden ne evlenebileceğimi ne de çocuk sahibi olabileceğimi düşünüyordum ama
şimdi harika bir eşim, çok tatlı bir oğlum ve mutlu bir ailem var. Sevgili
arkadaşlar, inanıyorum ki birgün insanlar gerçek barış içinde yaşayacaklar,
kavgalar ve düşmanlıklar olmayacak. Bütün milletlere barış ve mutluluk sağlamak
için hep birlikte çalışmalıyız. Bu önemli günün bir parçası olmamı sağladığınız
için sizlere çok teşekkürler.”
Kim Phuc asıl adıyla Phan Thi,
11 Kasım Gaziler Günü’nde düzenlenen anma töreninde bunları söylemişti ve
sessizce salondan ayrılmıştı. Selim de savaşa katılıp kurtulanlar arasında
olduğu için her sene davet ediliyordu ancak ilk defa bu sene gitmek istemişti. Kadın
sessizce ayrılmıştı ve hatta çoğu kez barış üzerinde durmuştu ama birçok kişi
için bu daha acı vericiydi. Zarar verdiğiniz insanların size karşı “Haydi o
günleri unutalım, beraber barış için uğraşalım” demeleri vicdan sahibi insanlar
için daha acı vericiydi. Kimileri savaş sonrası intihar etmiş, kimilerinin
psikolojisi yerine gelememişti. Vietnam Savaşı da tıpkı diğer savaşlar gibi
insanlıktan birçok şey götürmüştü.
Kim Phuc savaşta iki kardeşini
kaybetmişti, Selim ise başka bir savaşta eşini kaybetmişti. Küçücük bir çocuktu
bu olayları yaşadığında, şimdiyse herkese barışın temsilciliğini yapıyor diye
düşündü Selim. Belki de çocukken alışmak daha kolaydır diye düşündü. Belki de
herkes bu kadını konuşurken asıl acının annesi ve babasında olduğunu düşündü.
Acıyı anlayamayacak ve unutacak veya alışacak kadar küçüktü olayı yaşadığında.
Ama annesiyle babası öyle değildi. Acaba ben ne zaman alışırım diye düşündü. Belki
de unutamadan ölürüm diye düşündü. Tüm bunları bir anda geçirdi aklından Selim.
Tarık ile Bengü’yü Yusuf’a bırakmıştı, ama ara sıra keşke getirse miydim
diyordu. Fakat hemen sonra vazgeçiyordu. Biraz uzaklaşması gerekiyordu, hem
onların Selim’den hem de Selim’in onlardan. “Belki daha sonra..” dedi kendine
Selim. Altmışına yaklaşmıştı ve Hüma’yı kaybettiği günden beri her geçen gün
her şey daha da boş geliyordu. Bilal’i küstürmüştü kendine ve ondan hiç haber
alamamışlardı. Tarık ile Bengü’den gittikçe uzaklaştığını hissediyordu. Yusuf
ne kadar destek olmaya çalışsa da o yolunu çizmişti zaten. En azından Yusuf’a
güveniyordu. O da olmasa Tarık ile Bengü’ye bakacak gücü kendinde
hissetmiyordu.
Her şeyden uzaklaştığını
hissediyordu, ya bunu yıkacak ya da kendini bitirecekti. Tam bu sırada Harm’ın
ona seslendiğini farketti. Kendine gelme ve toparlanma ile birlikte cevap
verdi.
“Efendim? Dalmışım.”
“Ne zamandır yoksun ortalıkta.
Biliyorum çok zor yaşadığın şey ama hayat devam ediyor Selim. “
“Harm şu halime bak.. Benden
artık fayda gelmez..”
Harm iyice yaklaştı eski
dostuna, manalı manalı bakıyordu Selim’e. Selim anlamıştı gelecek teklifi.
“Zaten senin kabul etmeyeceğini
biliyoruz Selim ama biliyorsun..”
“Hayır hayır hayır.. Kesinlikle
olmaz! Bir hayatın mahvolması yeterli, buna izin veremem.”
Selim çok kesin bir şekilde
reddetmişti ancak Harm da aynı kesinlikte ilerliyordu.
“Hadi ama Selim artık vaktinin
geldiğini biliyorsun. Eminim günlüklerini karıştırmaya başlamıştır. Onu
eğitmelisin veya biz de eğitebiliriz.”
Selim bunun başına geleceğini
biliyordu. Ne cevap vereceğini bilemedi
ama sonunu görür gibiydi.
“Bu arada benim buraya
geleceğimi nereden bildin? Yani.. kimseye söylememiştim..”
“Hadi ama Selim?! Seni buraya
cidden Amerikalıların çağırdığını düşünüyor olamazsın?”
“Yani.. onca yıldır siz hiç..”
“Aynen öyle dostum, aynen
öyle..”
***
Birçok ülke birçok savaş ve
birçok insan tanımıştı Selim. Harm ise aralarında en yakınlaştığı kişiydi. Ve
aralarındaki yakınlık arttıkça birbirlerine daha çok güveniyorlardı. Tabi Selim
elindeki kitabı ona gösterip göstermemekte kararsızdı. Yine de bir gün bu
konuyu açmaya karar verdi, Harm’dan başka kimsenin anlayamacağını düşünüyordu.
10 Temmuz 1979 * Paris
“Sence bu işe yarayacak mı?”
Selim, Harm’ın ne düşündüğünü merak ediyordu. O yüzden bu konuyu açmıştı.
“Yani bu Klarsfeldleri bombalama
olayı, sence ODESSA’yı ortaya çıkarır mı?”
Klarsfeldler(Serge ve Beate
Klarsfeld) Nazi avcılarıydı. Aynı zamanda evliydiler de. ODESSA’nın Nazi
yanlısı olduğu biliniyordu ancak çok gizli çalıştıklarından ve Gehler Örgütü’nden
de destek aldıklarından onları ortaya çıkarmak kolay değildi. Ayrıca savaşın
üzerinden çok zaman geçmişti ve bu da bir sorundu. Selim ve Harm’a
Klarsfeldleri bombalamaları ama onlara zarar vermemeleri söylenmişti. Açıkçası
ikisi de bu olaya anlam veremediler ancak “görev görevdir” dediler.
“Bilemiyorum Selim, açıkçası
umrumda da değil. Bu savaş yıllar önce bitti. Ortaya çıkarlarsa şaşarım.”
“Ahh.. Neyse yaptık bitti. Bu
arada.. Buranın güvenli olduğuna emin misin?”
“Hadi ama Selim!? Onlar benim çocuklarım..”
Sonra etrafımızda koşturan torununu göstererek devam etti: “Ayrıca şu çocuğun
şirinliğine bak.. bu şüpheli mi göründü sana?”
Haklıydı, Selim biraz abartmıştı
ama yine de garip hissediyordu kendini. Çünkü bunca yıldan sonra bir sırrını
paylaşmak üzereydi.
“Harm.. Biliyorsun uzun zamandır
beraber çalışıyoruz hatta çalışmaktan da öte dostuz. Ve.. ve ben bir şey
paylaşmak istiyorum. Aslında uzun süredir düşündüğüm bir şey. Bu işlere nasıl
başladığımla ilgili..”
Harm iyice dikkat kesilmişti. Bunca
yıl saklandığına göre çok önemli bir şey olmalıydı. Ve öyleydi de hayatlarını
tamamıyla değiştirecekti.
“Benim.. bazı.. yeteneklerim
var. Yani açıklayamadığım ama var olan yetenekler. Bir.. bir kitap var.. sana
göstermek istiyorum. Yanımda da getirdim hatta. Bunu okumayı dener misin?”
Selim dikkatlice çıkardı kitabı
cebinden ve Harm’a verdi. Harm da kitabı okumaya çalışıyordu ancak hiçbir anlam
veremedi. Çünkü hiçbir şey yazdığını sanmıyordu burada.
“Ne düşündüğünü biliyorum..
Şimdi bana hiçbir şey yazmadığını söyleyeceksin. Fakat ben görebiliyorum neler
olduğunu. Çok değişken bir kitap.. Sabit
durmuyor. Ve.. ve üstlerimizin de haberi var bu kitaptan. Sanırım benim dışımda
başkaları da var. Bunu bunu sana açmak istedim sadece.”
Harm ne diyeceğini bilemiyordu
bunu oğluna ve oğlunun eşine açmak istedi.
“Casca.. Hylar.. sanırım bu.. bu
aradığımız şey. Siz okuyabiliyor musunuz?”
Onlar da denediler okumayı ama
ikisi de yapamamıştı. Harm hayal kırıklığına uğramıştı.
“Aradığımız şey derken? Sizin de
mi bu kitaba ihtiyacınız var?” Selim meraklı bir şekilde sormuştu. Casca Harm’a
fırsat vermeden araya girdi.
“Bak bilmiyorum Harm söyledi mi
ama biz güç kaybediyoruz ve irreligioso her geçen gün daha da büyüyor. Kaç kişi
kaldığımızı bile bilmiyorum ama bu kitabı duymuştum ve.. ve onu içimizden birinin okuyabileceğini de
biliyorum. Fakat bu biz değilmişiz anlaşılan. Belki de Yohan’dır bilmiyorum.”
O sırada hepsi o ufak ihtimali
düşündüler ama teklifin saçma ve gülünç olacağını da düşündüler. Kitabı çocuğa
okutmak istiyorlardı ama daha 4 yaşına bile girmemişti Yohan. Fakat Casca her
şeyi denemeye niyetliydi.
“Size saçma gelebilir ama ben
deneyeceğim.”
Casca kitabı aldı ve Yohan’a
bakmasını söyledi. Yohan kitabı eline alır almaz tüm vücudu kilitlendi,
sayfaları hızlı hızlı geçiyor ve birçok şey söylüyordu gelecekle ilgili. Hylar korkmuştu ve anında kitabı Yohan’ın
elinden alıp attı. Kitap gittiği gibi Yohan düzelmişti. Herkes şok içindeydi.
Casca konuşmayı tekrar başlattı.
“Sanırım
gücümüzü bulduk baba. Zorlu bir yol olacak ama sonunda her şey düzelecek.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder